Kendimi bırakmak istiyorum aslında. Ne yapacağımı düşünmeden hareket etmek, böyle sallamak etmek falan..Kimseye hesap vermemek istiyorum,tıpkı kimsenin bana hesap vermemesi gibi. Hani kelimeyi seçsem,hangi kalıbın dışına çıkartıp da sürrealist bir anlatım kullansam diye bayağı düşündüm içimdne geçenleri anlatabilmek için. Uzun süren düşünceler,geçmeyen bir gece,mum ışığında sürekli yırtılan kağıtlar ve biten bir paket sigara sonucunda aslında içimdekileri asla yazamayacağımı fark ettim. Mütemadiyen kalp hizasında duran bu yumru,bende nefes darlığına sebep olacak. Bir şey demek için ağzımı açacağım ama onun yerine dolan gözlerimle bakacağım karşımdakine sonra o yaşların akmasına bile izin vermeden parmağımla sileceğim kirpiklerimi "bahar nezlem var." bahanesiyle.
Bu gece de uykusuz geçecek.arada deliksiz uyuduğum geceler çok. ama hangi geceler hangi baş ağrısı ve hangi yaka bırakmayan anılarla başbaşa sabahı bekleyeceğim belli olmuyor. Şu erasmusu bile sırf bu illetten kurtulabilmek için istedim ama aşktan ne kadar kaçabiliyoruz diye sorgulamak lazımdı önce!! Çünkü fark ettim ki değil Viyana'ya Pluton'a gitsem benim bu vahim halim aynı vahimlikte kalacak. Kendi yediğim bokun sonucu. Daha ne bekliyorum ben de bilmiyorum ki? Daha ne olabilir, ne denebilir? Beklediğim hareketleri yapmayacağını bildiğim bir insanı ömür boyu bekleme isteğine neden kapılıyorum ben? İnsanların kendilerine işkence etme güdüleri nasıl da kuvvetliymiş yareppim.
Nerdesin? Kimlesin? Ne yersin,ne içersin? Kimlere kafan takılır,kimlerle yazışırsın? Bunların hiç birini bilmem ve açıkçası öğrenmek de istemem. Ben seni hep kendime ait düşlemek istiyorum. Başkasını bulaştırmak istemiyorum yılların anısına. Başkasını ya da başkalarını sana bulaştırıp da senin hatıranı zedelemek istemiyorum. Seni hep sevmek istiyorum,seni her hatırladığımda seni özleyebilmek ve gülümsemek istiyorum. Öylesine saf ve temiz halinle kal istiyorum kalbimde. Bunu sen ister misin bilmiyorum,hala senin için bir kıymetim var mı onu da bilmiyorum. Davranışlarına anlam vermekten usandım ve yine pes ediyorum. Pes edip başka bir ülkeye gidiyorum. Senin yerin bende hep duracak-aşk anlamında değil bu,insan olarak benim için hep kıymetli kalacaksın- . Birlikte çocuktuk, birlikte büyüdük. Hayatımda sen olmadan ölmek istemem. Anlıyorsun ne demek istediğimi değil mi? Giderken seni de götüreceğim. her parça kıyafetimde senin kokun, her tokamda-küpemde-yüzüğümde senin izin, her kitabımda-defterimde-cd'mde- senin sesin, her aynaya bakışımda karşımda senin yüzün olacak. Uzunca bir süre türkçe bile konuşulmayan uzak bir ülkeye gidiyorum, ama sen beni -daha önce de olduğu gibi- yalnız bırakmayacaksın. Sabaha karşı kalkan uçağıma doğru bakacaksın odandaki pencerenin ardından ve sonra yatağına girip tekrar uyuyacaksın belki..belki de hiç umursamayacak,o gün gittiğimi bile unutmuş olacak, 15. rüyanı görüyo olacaksın o saatte. Yine şnitzel'i birlikte yiyeceğiz,tuna'da birlikte seyahat edeceğiz, katedralden çıkınca zanoci'de birlikte ısıracağız dondurmayı. Beni hiç yalnız bırakmayacaksın,hep olduğu gibi.
İsyanım var ulen! Dağa taşa isyanım var! Kaldırıma da atarlıyım taam mı? Yahu o kadar ülkeyle Erasmus anlaşman olsun ama denklik sağlayabilecek dersler nedir diye sorunca git kendin araştır de bana! Böyle bir üniversite ol İzmir Ekonomi,tamam mı? hep böyle ol, abzürt dersler öğretip beynimi akıttığın, yan dalla canıma kastettiğin gibi erasmusta da ebemi göster bana! çok fenayım sevgili blog. o kadar üniversitenin arasından bir tanesi bile mi en azından 3 dersimi karşılayamaz yahu? Hadi denkliği geçiyorum, hayallerim sulara düşüyor,sularda kaybolup gidiyor. Mesela şu rüyalarıma bile giren,salyalarımı akıtan Sorbonne ne demiş biliyor musun? "All lectures are taught in French." demiş ve sinemde derin yareler açmış ey blog..Ana dilim gibi fransızca bilmiyorum diye yapılacak yamuk mu bu,bana yapılır mı? Sorarım ulen! Madem ki internayşınıl adam alıcaksın o zaman nedir kardeşim bu fransız milliyetçiliği?! Biz her internayşınıl varlığa Türkçe öğrenmezsen gebertiriz diyor muyuz? Eshefle kınıyorum seni Sorbonne...Aslında bilesin ki çok kırıldım,ondandır bu sitemlerim yoksa her zaman gönlümüzün sultanısın,her zaman hayallerdesin. Gün olur da akademik düzeyde bir fransızcam olursa o gün ölçünü alırım ama,ona göre de bi rajonumuz olsun..
Sorbonne bir Everesttir sevgili blog. Her babayiğidin çıkmadığı,çıksa da inemediği bir doruktur o. Her başarılı üniversite öğrencisinin kalbinde bir Sorbonne ruhu yatar ama işte yatar anca. Sorbonne'dan sonradır ki Rey Juan Carlos gelir,Madrid'in orta yerinde hemi de kralın üniversitesi olan başka bir salya sebebi. Ama gel gör ki bunlar da o yavşakça ispanyolcayla işliyolar derslerini ama biraz daha insaflı çıkmışlar,erasmuslara bazen ayrı kurs açıolarmış :D allah razı olsun hacı! Yunanistan desen sinemde açılan yarelere zehir bastı sanki, koskoca Pire Üniversitesi olmuşsun ama adam olamamışsın be! Hem 1 tane adam alıyorsun bizim koca okuldan, hem de hiç bir kaynağın ingilizce yazmıyor? Vre malakas, prepei na milioune ellinika olo ton kosmou? derim ama inanın ki benim de yunancam bu kadar işte! Sorbonne'dan sonra ahdım oldu akademik yunanca öğrenicem.. İnsanı böyle gaza getiriyorlar,sanki hayatım çok boşmuş da bi akademik fransızcayla akademik yunanca eksikmiş gibi. Vallahi asaplarım bozuluyor sevgili blog!
dert etmeye ne gerek var her şey olduğu kadar
zorlamaya ne gerek var gittiği yere kadar
özleyip kavuşamamayı aşk sandık senelerce
zamanı durduramadık aşk bu mu hadi be sen de
dört duvar arasında neler neler var aklında
sana aşık olmaya mı geldim dünyaya?
dört duvar arasında kimler kimler var yanında
herkesin bir yedeği var mıdır dünyada?
düşünmeye ne gerek var her şey olduğu kadar
zorlamaya ne gerek var, artık her şey gittiği yere kadar..
Aylardır yapamadığım şeyi bana yaptıracak sanırım bu şarkı.hadi bakalım,inşallah!
Ο ουρανός φεύγει βαρύς
πάνω από τη ζωή μου
μα η θύμησή σου έμεινε
να δένει την ψυχή μου.
Δεν έχω μάτια να σε δω
καρδιά να σου μιλήσω
πέσαν τα χέρια μου νεκρά
και πώς να σε κρατήσω;
Gökyüzü ağır ağır soluyor,
(ve) geçiyor hayatımın üstünden
Ama senin hatıran hala aynı duruyor
bağlıyor ruhumu
Gözlerim yok ki seni göreyim
Kalbim yok ki seninle konuşayım
Ellerim bile tutmuyor,cansızlar
Seni nasıl kucaklayabilirim ki?(bu ellerle)
Gözlerim yok ki seni göreyim..Den eho matia na se do-Δεν έχω μάτια να σε δω..
geçenperşembe:
ağaçaltıkafe sigara kahve kitap 3saat oturmak enseye rüzgar yemek inatla şal takmamak.
geçencuma:
ağaçaltıkafe sigara çay kinder bueno 2saat kitap okumak hem enseye hem kulaklara rüzgarın allahını yemek,hapşırmalara başlamak.
geçencumanındevamıolarak:
inciraltında sevilen biriyle tavla atmak sahlep içmek deniz kenarında yürümek zaten halsiz olan vücuttaki ateşi yükseltmek seste kayma yaşanması.
geçencumartesi:
ateşin 38 olması yatak döşek yatmak battaniyesiz adım atmamak gözlerin kızarıp sulanması eşliğinde burundan artıknefes alamamak.
geçenpazar: duş almak saçı tam kurutamamak bütün hastalığa rağmen yine aynı sevilen kişiyle yemeğe gitmek yemek sonrası konak rüzgarını enseye yemek arabaya binişte sesin tamamen gitmek üzere olması öksürük krizi bademciklerin şişmeyi abartarak boğazıkapatması.
geçenpazartesi ses tellerinin greve girmesi soluğu doktorda almak doktorun bön bön bakıp "buhalegelmekiçinçokuğraştınmı?" demesi. teşhisin sinüzit kaynaklı farenji t olması ve amansabahlarolmasın.
ey kabuklu spanak ben sana ne yaptığğm?
Odamın karanlığında oturmuş gökten akıp giden bulutları seyrederken bir yandan Comptine d'un autre ete- l'aprés midi çalmakta bir yandan da...
kimimiz elindekilerin kıymetini bilmez, kimimiz bildiği halde bazen elinden bir şey gelmez, kimimiz gereken kıymetten fazlasını verir. Bu dünyada hiç bir şeyin adaleti yok ki kıymet bilmenin adaleti olsun. Hem kıymet nedir ki? Bir şeye değerini katan ben değil miyim? Ben olmadan,ben ona anlam vermeden o şeyin kıymetini nasıl ölçebilirim ki? Her şey adaletsiz ve her şey göreceli.Yitirdiğimiz şeylerin arkasından oturup kalakalma süresi bile öyle.
Evet biz insalar hep bir şeyler yitip gittikten sonra arkasından oturur ve kayıp gidişlerini izleriz tıpkı benim odamın karanlığında pencereye yapışıp hüzünlü şarkılarla yağmur bulutlarını izleyişim gibi.Kıymetini bilmediğimizi düşündüğümüz şeyler için bir değer taşıyıcı olur bulutlar.Oysa o bulutlar gidiyor ve bunu durdurmak için ne yazık ki elimden gelen bir şey yok daha sonra ise bir bakıyorsun gökyüzü açılıyor sonra yerine başka bulutlar geliyor,dünya sürekli dönüyor, hiç bir şey 1 saniye önceki gibi kalmıyor. Öyleyse başka şeylerin aynı kalmasını istemek niye?
Oturup Amelie'yi bir daha izlemeli şimdi.
Madem ki benli hayat sana kafes kadar dar,
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar,
Hadi git benden sana dilediğince izin,
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin!!
Karda kalmasın izin demiştim? Sense gittiğin yolu çizercesine deniz kabuklarından bir harita yaratmışsın karın üstünede??
bir insanın herhangi büyük bir acıdan sonra yas tutma süresi 5 aymış. 5 aydan sonrası patolojik olarak rahatsızlık belirtiyormuş. 5 aydan fazlasına kaçıyorsanız sakat bir durumdasınız yani. gece gece böyle bir şey nerden aklıma geldi diye bir soru sorunca yarım saattir beynime kazınmış olan "kalimera kainourgia agapi" isimli güzide şarkının bana bu yas dönemini anımsattığını fark ettim. oysa ki bu şarkı yas döneminden çıkıp da yeni bir aşk bulan ablamızın dudaklarından neşeyle dökülüyor. "günaydın yeni sevgili, hoşgeldin hayatıma" diyen bir şarkının bana yas dönemini hatırlatmasını ancak beynimin çoğu şeyi zıt algılamasıyla açıklayabiliyorum. durum öyle bir hal aldı ki artık gecelerim gündüz, gündüzlerim gece olmaya başladı.hatta gecenin bu yarısı şişmiş gözaltlarım ve azmaya pek bir müsait olan sünizitim bana bu kadarcık yazıyı bile nasıl yazdırdı ona da şaşırıyorum eskiden olsa şu an 15,5. rüyamda olmam lazımdı.neyse..
o değil de..kusura bakma iş işten geçti,olamayız artık eskisi gibi.
Arif olan anlar diyerek başlasın dökülmeye dudaklarımızdan arzuhalimiz...
Herhangi bir iz taşınıyorsa eğer; bu bir zamanlar bir yara açıldığındandır. Yarayı kimin açtığı pek de bir önem taşımaz bir yerden sonra; öfke yerini olgunluğa intikam ise yerini sûkunete bırakır. Yaranın varlığına alışıldığı gibi yaranın kapandığı da bir gerçektir belli bir zamandan sonra. Bakıldığında sadece bir iz kalmıştır orada, dokunulduğunda ise bir hissizlik vardır,bir "boşluk"..Yara kapanır kapanmasına ama eskisi gibi olamaz bir türlü,hissizlik ve iz hep kalır orada. Ondandır ki iz'imi görüp soranlara hep size söylediğim cümleyi söylemişimdir: Bir iz varsa eğer bu bir zamanlar bir yara açıldığındadır..Daha fazla söze ne hacet?
Aynaya bakınca "gördüğüm" ben, "gözüktüğümden" benden farklıymış aslında. İnsanlar benim için hep neşeli, canayakın, atak, korkusuz, sevimli derlerdi, üzüntülü olduğum pek görülmemişti. Ben de bir tebessümle kabul ederdim onca iltifatı. Bana iltifat değil itiraf lazımmış meğer.Çünkü ben gerçekte, bunalımdan bir türlü kurtulamayan, hiçbir düşünceye, inanca ya da insana bağlanamayan, sürekli huzursuz, karamsar ve yapayalnız biriydim.Yaşama coşkumu çoktan kaybetmiş, belki de hiç kazanamamıştım.Bana kalırsa kişisel tarihimin tek bir teması vardı:HAYAL KIRIKLIĞI.
Hayatımın temasını böyle görüyodum görmesine ama bana hayatın hep bir mayıs sabahı gibi sımsıcak,gül ve yasemin kokuları içinde, tatlı bir telaş içinde geçeceğini düşündüren anlar da vardı elbette. "İlk" anlardı bunlar. Hafızamda hep en güzel yerleri mesken tutan ve berbat biten bir ilişkiden sonra bile bebeğim gibi baktığım,tozlanmasına kırılıp bozulmasın hiç izin vermediğim ilk anlar ve o yeri doldurulamaz ilk anların güzelliği...Bütün başlangıçlar güzeldir ki zaten.
Zamanla eskiyen yıpranan bir şeymiş insan ruhu, bir yerden sonra eski saflığına dönemiyormuş. Tertemiz bir aşkla,güvenle,inançla başladığınız şeylerin sonu bazen çok büyük bir bozgun olabiliyormuş. Hele ki bu durumda kendi payınızın daha büyük olduğunu biliyorsanız,vicdan azabı size uykunun anlamını bile anımsatmıyormuş.Onunla ilk başladığımızda her şeyin harika olacağına inanmıştık ikimiz de,onun bana duyduğu büyük bir aşk ve bağlılık vardı ki işte o iki kavrama kendime inandığımdan çok inanmıştım aslında. Zamanla kavgalar baş gösterdi, sonra kıskançlıklar, sonra suskunluklar,iletişimsizlik, bıkkınlık ve kimbilir belki de aldatmalar birer birer zinciri oluverdi bu sonu gelmez döngünün. Onunla aramdaki dolambaçsız ilişkiyi zedelemiş, oyun oynamaya başlamıştım. Belki en başından beri onunla oynuyordum ama bunun bilincine ancak şu an varabildim. Ne olursa olsun, bir şeyler yitip gitmiş masumiyet artık bozulmuştu.
Arkası yarın sevgili okurlar..
İnsan tuhaf yaratık vesselam, yıllar önce bana deselerdi "öyle bi hata yapacaksın,kendin bile inanamayacaksın!" diye tepine tepine gülerdim herhalde. Ben ki şahane,muhteşem,megolomanlığın son sınırlarına vurmuş,kendinden bir hayli emin,ellimi sallasam yüz ellisi mantığıyla dolaşan bir insan evladı idim.Bundan mütevellit inanmazdım hata yapacaksın bu da sana ne biçim koyacak diyenlere. Hata dediğin şey bile benim için bir tercihti sonuçta. Ama öyle değilmiş sevgili dostlar, bir hatayı yapmadan önce hayatınızın hangi bölümünü yaşamakta olduğunuza lütfen dikkat edin. Gençliğinizi zebil etmeyin,etmeyin eylemeyin sonradan kalkıp da "ne kadar güveniridm kendime,ne kadar emindim derdim ki büyük palavra aşk, e hayat zor,budur mesele.Azıcık küçümserdim fırtınada savrulanları, samimi bulmazdım pek aşk aşk diye kavrulanları..Bilseeem,kapına yatardııım,bilseeem gözünün içine bakardııım,bilseeeem kelimeleri yakardıııım,alışkanlııık yaptığıııınıı!" diye şarkılar söylemeyin.Ben yapmak üzereyDİM,ordan biliyorum.
Şu aralar ne olup ne bittiğini tam olarak algılayamasam da ilginç bir şekilde iyiyim be! Bir şeyler düşünmek istesem de düşünemiyorum,üzülemiyorum ne bileyim telefonlar anlamsız geliyor bakasım yok,sürekli bir gezeyim,sürekli bir içeyim ya da ne bileyim dizilere sarayım gibi ilginç bir ruh hali içindeyim. Ha depresif mi olmak isterdin vre malakas? derseniz cevabım tabii ki hayır,içinde olduğum durumu algılayamamak,neydik noluyoruz ya diyememek depresyona girmeyi engelliyor dolayısıyla kendiliğinden gelişmiş olsa da bu algılayamama süreci; mutsuz olmadığım için sevinçliyim. Mutlu da değilim ama şu durumda daha fazlasını istersem Şam'da kayısı istemiş olurum sanırım.
Sonuca gelirsek, noldu ne bitti dersek, durum pek de fena sayılmaz aslında. Yani neyse ki Cher'in de yardımlarıyla aslında ne kadar güçlü durabildiğimi fark ettim daha geçen günlerde ve kendimi tebrik ettim. Yaptığım güzel bir tercihin zamanla bir kartopu gibi büyüyerek üstüme üstüme geldiğini ve bir hataya dönüştüğünü görsem de karın altında ezilesim varmış ki bilerek durdum gelen çığın önünde ama neyse ki ölmeden kurtulduk. Bir kaç sıyrık,biraz kırık kaburgalarda,biraz kan man falan ama idare ediyoruz yahu.
Ama size tavsiye çığın oluşmaya başladığını gördüğünüz an o sizi yerle bir etmeden önce siz çığa yol verin. Kendine kendine dağılsın gitsin. Siz de uzaktan seyredersiniz bir süre şaşkınlıkla ama bi süre sonra kar yahu der arkasınızı döner başka başka dağlarda kendinize yol açarsınız,bunun Ağrı'ya kadar yolu var o ayrı mesele :)